26 Nisan 2013 Cuma

Çernobil

Bundan tam 27 sene önce bugün, Ukrayna'nın Kiev iline bağlı Çernobil kentindeki Çernobil Nükleer Santralı’nda reaktör kazası meydana geldi. Bir deney sırasında gerçekleşen bu korkunç kaza sırasındaki patlamalar atmosfere çok miktarda radyoaktif yakıtın ve ham maddenin yayılmasına sebep oldu.

Ben o zaman 13 yaşındaydım ve o döneme ait hafızamdan gitmeyen görüntü dönemin Sanayi ve Ticare Bakanı Cahit Aral’ın faciadan sonra kameralar önünde çay yudumlamasıdır.
Çernobil faciasında Sovyet yetkilileri ilk başlarda felaketin boyutunu gizlemeye çalışmışlardı. Sonradan acı çekerek ölen itfaiye erleri, yapı içinde başlayan 30 ayrı yangınla mücadele ederken, rüzgâr radyoaktif bulutları taa İsveç'e kadar taşıdı.Stockholm'deki radyoaktif kirlilik düzeyinin 15 kat arttığı ortaya çıktı.

Çernobil faciası nedeniyle yaklaşık 5 milyonu aşkın insanın yüksek düzeyde radyasyona maruz kaldığı düşünülüyor. Çernobil'in insanlar üzerinde korkunç etkileri oldu. Çevre yerleşimlerdeki kanser hastalarının oranı, ulusal ortalamanın on kat üzerinde. Kazadan bu yana, Ukrayna'da pekçok insan tiroit kanserine yakalandı.

Çernobil kazası sonrasında Türkiye'de özellikle Karadeniz bölgesi sağlığa zarar verecek miktarda radyoaktif kirlenmeye maruz kaldı ve birçok insan radyasyon sebebiyle kanser olarak normalden erken yaşta öldü. Karadeniz'in hırçın çocuğu" olarak tanınan müzisyen Kazım Koyuncu da gencecik yaşında kanser yüzünden hayatını kaybetti.

"Ha kanser, ha konser" diyerek, dalga geçerek boğuştu kanser belasıyla. Öldüğünde sevenleri yasa boğuldu.
Güzel bir şarkısıyla analım...

Ben
Baba ben yıkıcıyım ama
Kendini bilmez değilim
Yaşamak istiyorum sadece
Kendi savaşlarım uğrunda
Ben sadece ben olmak istiyorum
..................



17 Nisan 2013 Çarşamba

Hep beklenen o gün

Uzun süredir yazamadım. Geçen hafta Pazartesi bir sene sürecek Herceptin tedavisi için hastanedeydim. Kemoterapiler bittiğinden beri beni saran coşkuya biraz sekte vurulmuş oldu hastanede geçirdiğim o günde. O yüzden de yazmadım. Ama aynı haftanın sonunda Cuma günü uzun süredir beklediğim buluşma gerçekleşti ve bayram şenliği gibi bir gün yaşadım.

Gezmeyi cok severim ben. İstanbul'un muhtelif yerlerinde sabahtan akşama durmadan yürüyebilirim. Arada deniz havası,  bir kaç tarihi mekan, biraz da alışveriş. Bunlardan en az benim kadar zevk alan ablamla gezmeyi iple çekerim hep. Ablam Bursa'da oturduğu icin ancak iki ayda bir buluşup gezebiliyoruz İstanbul'da. Bahar aylarında ise daha çok bir araya geliyoruz.

En son ekim başında bir araya gelecektik. Ben izin kullanıp işe gitmeyecektim, ablam da sabah deniz otobüsüyle gelip akşam tekrar Bursa'ya dönecekti. Fakat tam o buluşma planı yaptığımız günün öncesinde ablamın göğsünde farkettiği kitle yüzünden planı iptal etmistik, doktor acilen biyopsiye yönlendirmişti. Hemen ardından da meme kanseri olduğu ortaya cıktı zaten. Bir ay sonra da benim hastalığımı öğrendik. Sonrasını biliyorsunuz. İşte ta o zaman gerçekleştiremediğimiz buluşma geçtiğimiz cuma gerçekleşti . Kemoterapilerimiz sürerken 4-5 ay çok az görüşebildik ablamla. O kısıtlı zamanlarda da ikimiz de halsiz ve yan etkilerden  muzdarip olduğumuz icin keyfimiz yerinde değildi. Bu seferki buluşmamız bizim için şenlik, şölen gibiydi. İkimizin de kemoterapileri bitti, buluşmadan tam bir gün önce ablamın radyoterapileri de bitti ve cuma sabahı Karaköy'de, mis gibi güneşli bir hava eşliğinde buluştuk...Nihayet !
Eskiden Karaköy’de gezmek aklımıza gelmezdi hiç. Birkaç kere gitmiş ve sadece Bankalar Caddesinde yürümüştüm. Ama geçen yaz Neşen’in (40 yıllık olmasa da 20 yıllık dostum) yaptırdığı Karaköy oryantasyon gezisinden sonra çok sempati duymaya başladığım bu semti ablamla yaptığımız günübirlik İstanbul gezileri rotamıza ekledim. Cuma günü de muhteşem manzara sunan bir mekanda kahvaltıyla başladık günümüze…Hava çok güzeldi, güneş iliğimizi kemiğimizi ısıttı. Vapurlara ve tarihi yarımadaya bakarak kahvaltı ettik. Sonra yenilenen ve içinde ve etrafında güzel mekanların açıldığı Fransız Geçidinden geçerek geçen yazdan beri her fırsatta gitmeye calıştığım , bol kahve çeşidi sunması ve dekorasyonuyla gönlümü kazanmış olan Karabatak’a gittik. O hiç hatırlamak istemediğimiz kışı geride bırakmış olduğumuza bin şükrederek kahvelerimizi içtik.

Karabatak
Karabatak’tan çıktıktan sonra Bankalar Caddesinde yürüdük ve mimarisine oldum olası hayran olduğum, artık Salt Galata adıyla kültür-sanat kompleksi olarak hizmet veren tarihi Osmanlı Bankası binasına girdik. Üçüncü kata çıkarak her gördüğümde ilk kez görüyormuşcasına etkilendiğim pencerenin ve o pencereden görünen manzaranın resmini çektim. Buyrun …

Voyvoda caddesiyle Banker Sokağı’nı birleştiren güzelim Art Nouveau üslûplu Kamondo merdivenlerinden çıkarak Galata Kulesine vardık. Arada yokuşlu sokaklarda sağlı, sollu sevimli dükkanlara girip, arada soluklanarak Tünel’e kadar geldik. Oralarda bir yerde yemek molası verip İstiklal caddesinde yürümeye başladık.

Sokakta müziğe bayılırım, mutlaka durur dinlerim. Hava çok güzel olduğu için Galatasaray civarında bol bol müzik vardı o gün.
Harika bir gün oldu. İstanbul’da yapılan günübirlik kaçamaklar , özellikle de hava güzelse, güneşliyse çok zevkli oluyor. Herkese tavsiye…

Bugünün şarkısı çok sevdiğim bir Muse parçası…Starlight.

 

4 Nisan 2013 Perşembe

Bu da Geçer Yahu

Blog yazmaya karar verdiğimde aklıma ilk gelen isim Bu da geçer yahu idi. Henüz 2 seans kemoterapi almıştım ve daha yolun başındaydım. Zor bir dönemdi ama yaşadıklarımı ve tavsiyelerimi paylaşırken ne benim, ne de okuyanların içi daralsın istiyordum. Dolayısıyla en başta bloğun isminin umut veren bir başlık olması gerektiğini düşündüm ve aklıma hemen “Bu da geçer yahu” geldi. 

Eskiden de bildiğim bir sözdü ama “Bu ne güzel, ne umut verici bir sözmüş” diye üzerinde düşünmem bundan yaklaşık bir sene önce Zülfü Livaneli’nin Leyla’nın Evi kitabını okurken karşıma çıkışında oldu. Birinci Dünya savaşı sonrası İstanbul işgal altında iken insanlar evlerine, dükkanlarına bu sözün yazılı olduğu levhaları asarmış. Tabi Osmanlıca olduğu için işgal askerleri bu yazıyı bir çeşit dua sanarmış. İstanbul’lular bir parola gibi, astıkları levhalarla işgali sessizce protesto edermiş. Umutlarını yitirmemeye çalışırlarmış.

Neler neler geçmiyor ki hayatımızda. Unutamam dediğimiz ne çok şeyi unutuyoruz. Unutmasak bile etkisi hafifliyor, eskiden olduğu gibi içimiz acımıyor düşünürken. Mutsuzluklar, acılar geçici olduğu gibi, başarı, gençlik, mutluluk da geçici olabiliyor, aşağıdaki hikayenin anlattığı gibi. Biz yine de umalım ki iyi, güzel şeyler geçici olmasın hayatımızda, sadece kötü anlar su gibi akıp geçsin.

Bugünün hikayesi: Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye varir... Karşısına cıkan insanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatacak yer verecek birileri olup olmadigini sorar.
Köylüler, dervişe, kendilerinin de fakir olduklarını,evlerinin küçük olduğunu söylerler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini salık verirler. Derviş yola koyulur, yolda birkaç köylüye daha rastlar.
Onların anlattıklarından, Şakir'in, o yörenin en zengin kişilerinden biri olduğunu öğrenir. Bölgedeki ikinci zengin ise, Haddad isimli bir başka çiftlik sahibidir. Derviş, Şakir'in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır. İyi misafir edilir, yer, içer ve dinlenir. Şakir de, ailesi de hem misafirperver hem de gönülleri zengin insanlardır.
Sonra tekrar yola koyulma zamanı gelir ve derviş Şakir'e ve ailesine teşekkür ederken, "Böyle zengin bir insan olduğun icin hep şükret." der. Şakir'den ise şöyle bir yanıt alır: "Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz... bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir... bu da geçer...".
Derviş, Şakir'in çiftliğinden ayrıldıktan sonra, bu yanıt üzerine uzun uzun düşünür. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, dervişin yolu yine aynı yöreye düşer. Şakir' e uğrayıp, ziyaret etmek ister.
Yolda karşılaştığı köylülerle konuşurken, köylüler:"Haaaa o Şakir mi?.. o iyice fakirledi, şimdi Haddad'ın yanında çalışıyor..." derler.

Derviş, hemen Haddad'in çiftliğine gider. Şakir'i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır. Üzerinde eski püskü giysiler vardır. Geçen süre içindeki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi barkı yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için, tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad'in yanında çalışmak zorunda kalmıştır. Bu süre zarfında Şakir ve ailesi, Haddad'a hizmetkarlık yapmaktadırlar. Şakir, Derviş'i, bu kez son derece mütevazi olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır.

Derviş, vedalaşırken, Şakir'e olup bitenlerden ne kadar çok üzgün olduğunu söyler ve Şakir'den şu yanıtı alır: " Üzülme, unutma, bu da geçer..."

Derviş, gezmeye devam eder ve aradan uzun yıllar geçtikten sonra, yolu yine aynı bölgeye düşer. Öğrendiklerinden şaşkına döner. Bir süre önce ölen Haddad, ailesi olmadığından, bütün varını yoğunu, en sadık hizmetkarı ve eski dostu Şakir'e bırakmıştır. Şakir, Haddad'ın konağında oturmaktadır. Kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine o yörenin en zengin insani olmuştur. Derviş, eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar çok sevindiğini dile getirdiğinde yine aynı yanıtı alır: "Bu da geçer..."  Birkaç yıl sonra derviş yine Şakir'i arar. Ona bir tepe gösterirler. Tepede Şakir'in mezarı vardir ve mezar taşında şöyle yazmaktadır: "Bu da geçer".
Derviş, üzgün bir şekilde, "Allah Allah, ölümün nesi geçecek?" diye düşünür ve gider. Ertesi yıl, derviş, Şakir'in mezarını ziyaret etmek için geri döner ama ortalıkda mezar falan kalmamıştır. Büyük bir sel gelmiş, bütün tepeyi silmiş süpürmüş ve Şakir'in mezarından geriye hiç birşey kalmamıştır.

O yıllarda, ülkenin sultanı, kendisi icin çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Bu öyle bir yüzük olacaktır ki, sultan mutsuz olduğunda umudunu tazeleyecek, mutlu olduğunda da, mutluluğun rehavetine kendini kaptırmasını, tembelliğe düşmesini önleyecektir.
Hiç kimse, sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapmayi başaramaz. Sultanın adamlari bir gün bilge dervişi bulurlar, yardım isterler. Sultan yüzüğe fena halde takmıştır.
Derviş, sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazar. Kısa bir süre sonra, yüzük sultana sunulur. Sultan önceleri hiçbir anlam veremez; cünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya takılır gözü. Üzerinde biraz düşünür ve yüzü aydınlanır.
Büyük bir mutlulukla parlar gözleri. Sonunda tam da istediği gibi bir yüzüğü olmuştur.

Şu yazılıdır yüzüğün üzerinde: "Bu da geçer". (Kaynak : Ekşi Sözlük)


Hattat elinden çıkma bir “bu da geçer yahu” levhası…

3 Nisan 2013 Çarşamba

Kanser Haftası



1-7 Nisan Kanser haftası. Bu illetle tanışmış biri olarak, yaşayan herkese şifa, sabır ve savaşacak güç diliyorum, bütün kalbimle.

Bir hastalıktan korunmak için o hastalığın nedenlerinin bilinmesi çok önemli, ancak tıp çok ilerlediği halde kanserin nedeni tam olarak bilinmiyor. Risk arttıran faktörler malum – sigara gibi . Kansere karşı alınacak önlemlerde temel ilke; hastalığın erken tanımı ve risk oluşturan faktörlerden mümkün mertebe uzak durmak.Tıp bilimindeki gelişmeler ve insanların eskiye göre daha bilinçli yardım alması pek çok kanser hastasının hayatta kalmasını sağlıyor. Gün geçtikçe kanserden kurtulma oranı artıyor. En önemli nokta erken evrede teşhis.

Meme kanserinde erken teşhisle hayatta kalma oranı çok yüksek artık. Önemli olan başka organlara sıçramadan yakalanması. Meme kanseri olduğumu öğrendiğimde, hayatta kalmakla ilgili bir korkum olmadı hiç, ama ameliyattan ve kemoterapiden korkmuştum. Özellikle kemoterapi tam da korktuğum gibi , berbat bir süreçti. Neyse ki geride kaldı ve şu anda çok mutluyum bu badireyi atlattığım için.


Tekrar ediyor olacağım ama yine ısrarla vurgulamak istiyorum, lütfen 40 yaşınızı beklemeden meme kontrolü yaptırın. Ameliyatımı yapan doktorum 27 yaşında meme kanseri hastası olduğunu söylemişti. Bu hastalığın yaşı kalmadı. Aşağıdaki belirtilerden biri – birkaçı sizde mevcutsa vakit kaybetmeden hemen doktora gidin lütfen:

Ele kitle gelmesi
Memenin tümünün ya da bir bölümünün şişmesi
Ciltte kızarıklık, portakal kabuğu görüntüsü
Meme ağrısı, özellikle bir noktada ve devamlı ise
Meme başı ağrısı veya meme başının içeri çekilmesi veya bir yöne çekilmesi
Meme başının veya meme cildinin kalınlaşması
Meme başı akıntısı ,özellikle kanlı akıntı
Koltuk altında kitle ele gelmesi

En sık görülen belirti memede ele kitle gelmesi. Çoğunlukla hasta bunu kendi fark edebilir aslında – ben fark edememiştim birden fazla odakta olduğu halde, ama kontrol etmiyordum hiç. Yukarıda saydığım belirtiler selim, yani iyi huylu meme hastalıklarının da belirtisi olabilirler, ancak bunun ayrımı için de mutlaka doktor kontrolü gerekir.
Nisan ayını hep çok sevmişimdir. Tam anlamıyla baharın gelişini müjdeler bu ay, ağaçlar çiçeklenmeye başlar ve hava ılıklaşır. Bu Nisan hayatımda en mutlu karşıladığım Nisan ayı olarak kişisel tarihimde yer alacak. Bundan böyle sağlıklı geçirdiğim her gün kutlamaya değer olacak benim için. Hepinize kanserden uzak ve sağlıklı bir hayat diliyorum…

Bugünün şarkısı Helldorado’dan geliyor. 2007’de Radio Eksen’in yedinci yaşını kutlamak için düzenlediği gecede canlı dinleme fırsatı bulduğum grubun en sevilen şarkısı…

1 Nisan 2013 Pazartesi

Moralimizi yüksek tutalım…

Aylardır son kemoterapiyi bekliyordum. Ama asıl en güzel zamanlar son kemoterapinin yan etkilerini atlatınca başladı. Geçtiğimiz haftasonuna doğru ayaklandım, Perşembe, Cuma işe gittim ve sonrasında dolu dolu bir haftasonu geçirdim. Hatta Cumartesi günübirlik Edirne’ye bile gittik. Pazar günü de sabahtan akşama kadar arkadaşlarla geçen süper bir gün oldu. Bugünlere eriştiğim için çok mutluyum ve darısı bu yollardan geçen herkesin başına diyorum. 

5 ay boyunca, yani ameliyat ve sonrasındaki kemoterapi döneminde, pek çok şeyden uzak kalmamak için özen gösterdim. Kemoterapinin yan etkileri azalınca işe gittim, iyi zamanlarımda arkadaşlarımla görüştüm, Ali Efe ile elimden geldiğince çok vakit geçirdim, ama hiçbir şey eskisi gibi değildi. İyi zamanlarımda bile hep halsizdim, kemoterapiyi takip eden bir hafta-10 gün ise zaten çok berbat geçiyordu. Neyse ki geçti, bitti. Şimdi hayattaki en büyük dileğim sağlık. Ve ailemin, sevdiklerimin sağlıklı olması. 

Kanseri ne kadar önleyebiliriz, bilmiyorum. Pek çok kanser türü var. Sigara içmemek örneğin akciğer kanserine yakalanmamak için iyi bir tedbir, ama meme kanserine ya da başka tür bir kansere sigara içmeyen ve sağlıklı yaşayan insanlar da yakalanabiliyor. Bu illetin hayatımıza girmemesi için neler yapılabilir, henüz tam olarak bilmiyorum. Ama alınabilecek tüm tedbirleri araştıracağım ve öğrendikçe burada da paylaşacağım. 

Bilimsel olarak ne kadar kanıtlandığını bilmemekle beraber olumlu ve morali yüksek bir insan olmanın herşeyde olduğu gibi kanseri yenmede de çok etkili olduğunu düşünüyorum. Bundan sonra fiziksel sağlığıma dikkat ettiğim kadar moralimi mümkün mertebe her daim yüksek tutmaya da çok dikkat edeceğim. 

Ablamın geçtiğimiz aylarda anlattığı bir olaydan çok etkilendim : Ablam 7. Kemoterapisini alırken, kanserli hastaların birbirinden perdelerle ayrılmış bölmelerde kemoterapi aldığı hastane ünitesinde, henüz 35 yaşlarında bir kanserli bir kadının,  yaşlıca bir hanımın ittiği tekerlekli sandalyeyle üniteye girdiğini görmüş. Kadın kimseyle göz teması kurmuyormuş, dünyadan kopmuş ve çok mutsuz bir hali varmış. Zaten insan kemoterapiye güle oynaya gitmiyor ama ablamın gördüğüne göre bu kadıncağız çok moralsiz ve daha da kötüsü artık hayattan kopmuş gibiymiş.
Kemoterapisine başlanmış, ablam da yanında ona refakat eden arkadaşıyla muhabbetine kaldığı yerden devam etmiş. Ablama eşlik eden arkadaşı ona süper moral veren, çok matrak bir kadın. O da yıllar önce meme kanseri olmuştu, üstelik de 8 aylık hamileyken öğrenmişti bunu. Apar topar sezeryanla doğumu yaptırıldı hamileliği 9. aya tamamlaması beklenmeden ve acil ameliyata alındı. Henüz yeni doğmuş bir bebeği varken ameliyat oldu ve kemoterapi aldı aylarca. İnanılmaz güçlü ve pozitif bir insandır. Ablama da çok destek oldu bu dönemde. Neyse, kaldığım yerden devam ediyorum, ablamla arkadaşı muhabbet ederken , arkadaşı ablamı güldürecek şeyler anlatmış, ve az önce bahsettiğim, çok  moralsiz ve bitkin durumdaki hastanın yakını olan yaşlı kadın ablamların yanına gelerek “Kızım, sizi gıptayla izliyorum, kemoterapi alırken ne güzel arkadaşınızla muhabbet edip gülüyorsunuz, hep böyle olun, hep neşeli olun, benim gelinim bunu yapamadı, meme kanseri olmuştu, atlatabilirdi, ama kemoterapi dönemi ve sonrasında  moralini çok bozdu, herşeyden elini eteğini çekti ve çevresindekilerle iletişimini kesti. Birkaç sene içinde başka organlarda metastaz oldu. Ne olur siz moralinizi bozmayın, hep bugünkü gibi, neşeli ve muhabbetli olun” demiş.
Ablam uzunca bir süre kadının söylediklerinin etkisinden çıkamamış. Bana anlattığında ben de neredeyse ürperdim, ne olursa olsun moralimi bozmamalıyım artık diye düşündüm. Eğer bir daha bu illetle uğraşmak istemiyorsam herşeyden önce moralim yüksek olmalı.

Pırıl pırıl bir bahar önümüzde bizi bekliyor. Bugünün şarkısı Cinerama’dan geliyor : Lollobrigida