30 Aralık 2013 Pazartesi

Selimiye

Kışı sevmem hiç, çünkü üşümeyi sevmem. Ama esas beni kıştan en soğutan şey günlerin kısa olması, havanın erkenden kararmasıdır. Gün ışığını az almak, güneşsizlik kış aylarını gün sayarak geçirmemin sebebidir. Sahlep ve sıcak şarap, ilk kar yağışındaki güzel görüntüler, kışın sinemada nisbi daha güzel filmlerin oynaması belki biraz çekilebilir kılar kışı, ama kurtarmaz yine de. Benim için en güzeli bahar ve yazdır. Şimdiden yazın gideceğim yerleri hayal ederek yaz için geri sayım yapıyorum : geçtiğimiz yaz gidip çok sevdiğim Selimiye ve Urla.

Bugünün yazısı Selimiye için olsun. Selimiye’de ilk kez geçen Temmuz’da kaldım ve bayıldım. Yaz tatillerinin vazgeçilmezi olacak bundan sonra. Sakin, deniz çok güzel, her daim çarşaf gibi, dalgasız,son derece davetkar. Gürültü yok, güzel yemek için pek çok alternatif var. 


Selimiye’de o devasa tatil köylerinden yok doğal olarak,  küçük ve çok sevimli bir yer Selimiye , küçük oteller ve pansiyonlar var. Balık lokantaları, kafeler , hepsi sakin, gürültüsüz yerler. 


Denizin etrafı tepelerle çevrili, uçsuz bucaksız bir deniz değil, tam sevdiğim gibi...


Kaldığımız otelin çok yakınında, denizin hemen kenarında evi olan Selimiye köyünün en eski sakinlerinden, doğduğundan beri Selimiye cennetinde yaşamış, dünya tatlısı Durali Amca. Elinde radyosu, müziğini dinleyerek denizi seyreder, selamsız sabahsız geçilmez Durali Amca’nın yanından, kahveye davet eder. Davetine icabet etmemek mümkün mü, yeryüzü cennetinde yaşayan Durali Amca’nın kahvesini içer, tatlı sohbetini dinler, yürüyüşümüze öyle devam ederiz.



Selimiye’ye gidecek olursanız size gönül rahatlığıyla tavsiye edeceğim otel : Losta Sahil Evi. 6 odalı, çok sevimli, özenli, denizin dibi, masal gibi bir yer.


Odadan çıkar çıkmaz bir kaç adım sonrası denize girilebilen, sakin, çok dinlendirici bir yer Losta. Bütün yaz tatillerimi orada geçirebilirim. Eğer beklenti güzel deniz,dinlenme , güzel yemekse Selimiye ve Losta Sahil Evi bunun için ideal. Yemek yemek ve denize girmek için yakıcı güneşin altında uzun uzun yürümek durumunda kaldığımız devasa tatil köylerinden sonra , odamızın hemen önünde kahvaltı edebilmek, birkaç adım atıp denize girebilmek çok güzel.


Uzun lafın kısası , bu soğuk kış günlerinde benim gibi şimdiden yaz tatili hayali kuranlar varsa : Selimiye gönül rahatlığıyla tavsiye edilir.

9 Aralık 2013 Pazartesi

"1’ini sevdiğin zaman şehrin nüfusu 1’e iner”

Son zamanlarda tiyatrodan yana çok şanslıyım. Çok sık gidemesem de yazın gittiğim , çok beğendiğim, burada da bahsettiğim Genco Erkal’ın Bursa Cezaevinden Mektuplar oyunundan sonra,  geçtiğimiz günlerde beni yine çok etkileyen bir oyun izledim : Garaj. Craft Tiyatro’dan, yönetmenliğini İpek Bilgin üstlenmiş. Oynayanlar: Enis Arıkan ve Güven Murat Akpınar .

Oyunun tanıtımında kullanılan "1’ini sevdiğin zaman şehrin nüfusu 1’e iner” cümlesinden etkilenerek gittiğimiz oyun beklentimizin çok üstünde başarılı çıktı. Malum, elimizin altında her saniye internet olduğu için artık tüm oyunlara , gösterilere üzerine yapılmış tüm yorumları okuyarak gittiğimiz için artık kolay kolay şaşırmıyoruz ya da etkilenmiyoruz çoğu gösteriden. Bazen o kadar çok şişiriliyor ki ba(ğ)zı şeyler , beklentiler fazlasıyla yükseliyor ve beğenemiyoruz. Garaj’a nasıl olduysa hiçbirşey bilmeden , okumadan, araştırmadan gittik. İyi ki öyle yapmışız.


Bazen çok güldüren , bazen biraz hüzünlü bir oyun Garaj. Feleğin çemberinden geçmiş trans Orkide ve hayatta anneannesinden başka kimsesi olmayan, fotoğrafçılık eğitimi alan , çekingen, mahçup genç bir üniversite öğrencisi Kahraman’ın yılbaşı gecesi karşılaştıkları garaj köşesinde geçirdikleri zamanın hikayesi.




Enis Arıkan ve Güven Murat Akpınar oyunculuklarıyla bizi kendilerine hayran ettiler.  İkisi de ayrı ayrı ve bazen aynı anda öyle bir döktürüyorlardı ki hangisine bakacağımı şaşırıyordum. Duvarları gri, graffitili , köhne garaja ışıltılı pembe cep telefonuyla konuşan trans Orkide’nin girmesiyle başlıyor oyun. Telefonda ‘kocam’ diye hitap ettiği, evli ve çocuklu sevgilisini beklerken, üniversitede fotoğrafçılık okuyan, anne-babasını trafik kazasında kaybetmiş, adını hiç andırmayan ürkekliğiyle garajın aynı köşesine geliyor Kahraman. O ürkek, mahçup halinden beklenmeyecek bir cüretkarlıkla Orkide’nin resimlerini çekmeye başlıyor birden.  Ve oyun başlıyor.

Çok farklı iki karakter , iki farklı dünya bir saatliğine de olsa yılbaşı gecesi bir garaj köşesinde bir araya geliyor. Yalnızlığı paylaşmak söz konusu olunca farklılıklar arasındaki uçurum kapanıyor, kendiliğinden , samimi bir diyalog doğuyor.  Kahraman’ın, Orkide’nin resimlerini çekerek başlattığı hikaye baştan sona temposu hiç düşmeden devam ediyor.  Bitiminde ayakta alkışlamalara doyamadığımız oyunculuklarını ağzımız açık takdir ediyoruz.




Ben çok beğendim oyunu ve oyuncuların olağanüstü performansını. Bazen trans Orkide’yi canlandıran Arıkan’ın ellerinin sürekli saçlarına gitmesine takıldım, ancak düşünüyorum da transseksüeller için saçın önemi çok anlaşılır, zira saçları zorla kazıtılan , jiletlenen translarda haliyle bir yara bu. Orkide’yi insanın ağzını açık bırakacak kadar başarılı canlandıran Enis Arıkan da vaktiyle Taksim’de evine konuk olduğu bir transın durup durup saçlarını gösterip, “Kendi saçlarım” demesini unutamamış ve oyuna da taşımış bu sürekli saçla temas halini.

Mutlaka gidin, izleyin derim. Kendiniz için çok iyi bir şey yapmış olursunuz. Kapanıştaki Athena parçası da bugünün parçası olsun.


Yılbaşı gecesi belki o kadar da güzel bir gece değildir… Çok mutlu görünen iki kişi, belki o kadar da mutlu değildir… İstanbul'da bir garaj… İki yabancı… Orkide ve Kahraman… Saatler saniye gibi geçiyor, hepimiz daha da yalnızlaşıyoruz… Ama en azından yılbaşı gecesi herkesin biraz mutlu olmaya hakkı var…

5, 4, 3, 2, 1 !!!!

İyi Seneler Sev gi lim !




2 Aralık 2013 Pazartesi

Yaşasın Nefes !

Uzun zamandır  - daha doğrusu kemoterapiler bittiğinden beri – kanser illetiyle bir daha uğraşmamak için kendimi nasıl daha sağlıklı kılabileceğimi araştırıyorum. Aslında hep bildiğimiz şeyler, sağlıklı – dengeli beslenme , kanserojenlerden uzak durmak, spor, ve daha pek çok şey. Gerçi gen mutasyonu söz konusuysa sağlıklı yaşamak için gösterilen özene ve dikkate ragmen kanserin gelmesi mümkün. Yine de tedbiri elden bırakmamak adına ve herşeyden önce mutluluğun birinci koşulu olarak sağlıklı olmak için sürekli okuyorum ve araştırıyorum artık. Bu arada öğrendiklerimden beni en çok cezbeden ve hayatıma çok katkısı olacağına inandığım transformal nefesten bahsedeyim size.


Transformal Nefes, oksijenin vücutta kesintisiz dolaşımını sağlayan çok etkili bir nefes tekniği. Hepimiz sürekli nefes alıyoruz tabi ve nefes almanın öğrenilecek bir şey olması fikri absürd gelebiliyor. Ancak çok azımız gerçekten derin nefes alıyoruz. Aslında bebekliğimizde derin ve doğru nefes alırken yaklaşık 3-4 yaşlarında çeşitli sebeplerle arada nefesimizi tutmaya başlıyoruz ,  her türlü uyarıda – aman düşersin , ay dikkat elin yanar, yaklaşma ocağa- gibi. Ve çocukluğumuzdan itibaren, bebekken sahip olduğumuz derin, bağlantılı nefes alma kabiliyetimizi kaybediyoruz. Evet,hepimiz nefes alıyoruz tabi. Ancak gerçek şu ki insanların %90'ı, nefes alma kapasitelerinin sadece %30'unu kullanıyor. Kısıtlı nefes alışkanlığı hücre sağlığı için gerekli oksijenin vücuda alınımını ve dolaşımını engelliyor. 


Nefes açılıp dengelendiğinde artan oksijen miktarıyla birlikte bağışıklık sistemi de yenileniyor ve güçleniyor. Doğru nefesle alınan yeterli oksijen daha fazla enerji, daha sağlıklı eklemler, daha sağlıklı hücreler ve tüm bunların sonucunda daha sağlıklı bir beden-zihin-ruh hali yaratıyor.. Nefesle ilgili tüm bu bilgileri ve daha çoğunu sevgili Duygu’dan öğrendim.( www.studyoprana.com ) . Kasım ortasında ablamla birlikte Duygu’nun büyük bir özenle ve heyecanla hazırlandığı iki gün süren seminerine gittik. Kendim için yaptığım en güzel hareketlerden biridir.
Dr. Judith Kravitz tarafından geliştirilen (başka bir yazıda uzun uzun bahsedeceğim kendisinden)  ve dünyada ilgiyle uygulanan nefes tekniğini, nefes terapisti ve eğitmeni Duygu Keçecioğlu’nun hazırladığı haftasonu seminerinde hayatıma soktum ve şimdiden faydasını görmeye başladım.
Seminerin yapıldığı otel bile içimi ısıtmaya yetti, o kadar güzel ve özenliydi ki mekan ve sunumlar. Seminer çok etkili ve faydalıydı; sağlık, mutluluk, bedensel ve zihinsel denge için bir çok öğrendiğim , dolu dolu bir programdı. Cem Yılmaz’ın dalga geçtiği gibi “Evren”, Enerji” , “Sevgi içimizde” gibi lafların havada uçuşmadığı , anlatılan herşeyin altının doldurulduğu harika iki gün geçirdim.



İki günlük seminer yoğun nefes seansları, meditasyonlar, yoga dersleri, aromaterapi ile geçti. Seminerden bu yana, öncelikli olarak 100 nefes egzersizini ve Tibet hareketlerini hergün uygulamaya başladım. Ne kadar yorgun olursam olayım, nefes egzersizimi ve Tibet hareketlerini yapmadan tek bir gün geçirmiyorum artık. 



Madem nefes dedik, bugünkü şarkımız "Breathe" olsun o zaman. Pink Floyd kulakların pasını alsın :-)

 
Breathe, breathe in the air
Don't be afraid to care
Leave but don't leave me
Look around and choose your own ground
Long you live and high you fly
And smiles you'll give and tears you'll cry
And all you touch and all you see
Is all your life will ever be